PARSIK MAĞARASI
Sabah saat 08:00’de Orkun’un telefonu ile uyandım , “hadi
kalk seni bir saat sonra alacağız yatay mağaraya gireceksin” dedi ve yanıma
almam gereken malzemeleri söyledi, kapattı. Mağaraya gireceğimi duyduğum andan,
mağaraya girip çıktığım ana kadar sevincim ve heyecanım hiç değişmedi.
Yarım saatlik bir yolculuk sonrası başlangıç noktasındaydık, iki gruba ayrılmıştık. Orkun ve Ender mağaranın üst kısmındaki girişten 70mt iniş yapacaklardı. Ben, Elif ve Akın yatay kısmından ilerleyecektik ve mağaranın sonunda buluşacaktık. Kısa bir brifingden sonra herkes yerlerini aldı. Özel kıyafetlerimizi giyip eş zamanlı giriş için haberleştik.
Mağaraya girişte yüzümüze vuran soğuklukla ilerliyorduk. Giriş oldukça genişti. İçeriye doğru yürümeye başladıkça karanlık arttı, kafa lambalarımızın ışığı sadece önümüzü aydınlatıyordu. İçinde kuru kıyafetlerimiz olan çantayı mağaranın içerisinde bırakıp devam ettik, ilk girişte mağara kuruydu ama içerisi soğuktu, ilk kez bu kadar uzun süre kapalı bir yerde kalacaktım -ki bu benim doğama aykırıydı. Çünkü benim daha önceki gezilerime doğanın güzelliği, yeşilliği, gökyüzü, güneş ya da yıldızlar eşlik ediyordu ama karanlık ve kapalı mekana ilk kez giriyordum. Benimkisi meraktı, başka açıklaması yoktu.
Mağara içinde ilerledikçe artık ayakta duramıyorduk, dizlerimizin üzerinde ilerlememiz gerekiyordu bir süre sonra da sürünmeye başladık, başka şansımız yoktu. Su olmadığından yerler yumuşak ve çamurluydu.
Kendime şaşırıyordum, kapalı alandan rahatsızlık duymuyordum, aksine sürünme bittiğinde gördüğüm sarkıtlar keyfimi yerine getirmişti. O kadar güzellerdi ki. Bir yandan mağara içinde video çekimleri yapıyorduk bir yandan dizlerimizin üzerine ilerliyorduk. Çeşitli küçük canlılarla karşılaşıyorduk ama beni en çok şaşırtan hiç güneş ışığı almayan bu yerde sarı küçük bir çiçeğin yetişmiş olmasıydı. Onu kendi karanlığında yalnız bırakıp ilerledik.
Sarkıtlar, dikitler… Kafa lambamın ışığının aydınlattığı her kareyi keyifle izliyordum. Mağara dendiğinde aklımıza gelen karanlık buz gibi kapalı mekandı ama öyle değilmiş bu mağara yaşıyordu içindeki canlılarla birlikte sanki nefes alıyordu. Çevremi seyretmekten ilerleyemiyordum.
Mağaraya girdiğimizden beri duyduğumuz su sesine nihayet ulaşmıştık. İlerledikçe su seviyesi bileklerimize kadar çıktı, üstümüz başımız çamurdu. Emeklemelerimiz yavaş yavaş tekrar sürünmeye geçti. Bu sefer su vardı süründüğümüz yerde kafamı döndürüp arkadaşlara bakamıyordum, o kadar dardı ki başım sıkışıyordu. En önde ilerliyordum. Sürünme mesafemiz uzundu, yorulmuştuk ama şikayetçi değildim. Sürünme bitmiş, emeklemeye geçmiştik daha sonra ayağa kalktık. Bir süre sonra önümüze küçük bir şelale çıkmıştı. Üzerine çıkmamız gerekliydi. Bir iki denememe rağmen ayaklarım kaydığı için çıkamadım. Akın zorlanmadan çıktı. Akın’ın yardımıyla çıktık, artık sürünmüyorduk tek kişilik bazen yan dönerek geçmek zorunda kalacağımız dar koridorlardan geçiyorduk. Bulunduğumuz yer kanyonun üstü kapalısı gibi. Oluşumlar aynı ama aslında yerin altındayım ve sanki doğanın kalbinde suyun gücünü bedenimde hissediyordum. Buraya insan eli değmemişti ve bu yüzden muhteşemdi.
Dar koridorlar bitti ve yaklaşık 40 dakika sonra mağaranın
sonuna gelmiştik. Artık şelaledeydik ve yarım saat kadar Orkun ile Ender’in
inmesini bekledik. Buradan ya aynı şekilde dönerek çıkacaktık ya da 70mt
tırmanarak. İlk Ender indi sonra Orkun, keşke
bende inebilseydim oradan. Video çekimleri yapıldı. Sonrasında yemek yedik . Ender
bizimle röportaj yaptı. O an orada ne söylediğimi pek hatırlamıyorum, onları beklerken
çok üşümüştüm ve saçım dahil her yerim çamur içindeydi kendimi çok çirkin
hissediyordum.
Yemek sonrası geldiğimiz yoldan aynı şekilde sürünerek, seyrederek, emekleyerek döndük.
Mağara girme şansı veren Ender USULOĞLU’na ve ASPEG (ANADOLU SPELEOLOJİ ) Derneğine
teşekkür ederim.
PARSIK MAĞARASI /05.08.2012
Nilgün ÖZDEMİR
Elif Aytekin UZEL
Orkun Kuntay UZEL
ENDER USULOĞLU
Akın ÖZDEMİR
Yorumlar