Sinop -Eylül 2010

Gezilerim her zaman dağda, bayırda, kanyonda olmayabiliyor. Bazen grubun tercihlerine göre bazı kentlerin kalbine, merkezine yolculuk yapmak, o kenti içerden fethetmek gibi kültürel gezilerimiz de oluyor. Şahsım adına, itiraf etmeliyim ki; kültür gezilerini sevmem. Peki niye mi buradayım? Gruptaki sevdiğim arkadaşlarım ve Erfelek Şelalesine doğru yapılacak yürüyüş… Ama her gezi kendi iç dinamiklerini de barındırıyor. Aklınızda olmayan sürprizler ve aklınıza yerleşecek muhteşem görüntüler çıkarabiliyor karşınıza… Servise İzmit’ten bindim, bu sefer yolumuz SİNOP’a doğru… Arabada bir iki kişi haricinde herkesi tanıyordum, yeni arkadaşları da bu üç günlük gezimiz sırasında tanıyacağım. Güzel bir gezi olacağı en azından araçtaki arkadaşlarımdan belliydi. Eskiden uzun yollar çok zor ve katlanılmaz geliyordu. Uyuyamadığım yolculuklarda işkence çekiyordum ama o kadar çok uzun yolculuklar yaptım ki, artık alıştım ve uyuyabiliyorum. Yolun ilk saatleri uzun süre görmediğim arkadaşlarım ve molalarla geçti sonrada hepimiz yarı uykulu yarı uyanık yolculuğumuzu sürdürdük. Gün ağardığında manzaramız; yol kenarlarında küçük koylarda balıkçı tekneleri, balıkçı barınakları ve Karadeniz’in dalgasında oynaşan martılardı. Saat 08:20 gibi Sinop’a vardığımızda sahil kenarında güzel bir mekanda eksiksiz kahvaltımız hazır bizi bekliyordu. Güzel bir kahvaltıdan sonra Sinop cezaevine gittik. Annemin en sevdiği dizlerden birinin çekildiği mekânda tüm kareleri fotoğraflayıp, video ya aldım. Mekanın bence en güzel yeri cezaevinin duvarlarının üzerine çıktığımızda karşılaştığımız Sinop’un muhteşem manzarası.
Beni en çok etkileyense, çocuk cezaevinin önünde, benim de çocukken oynadığım Yılan, kaya ve dokuztaş oyunlarının çizgileriyle karşılaşmam. Herkesin evinin önü çocukluk çizgilerini taşıyamayabiliyormuş. Bazen çok uzaklara zorunlu bir parça bırakabiliyormuşsun. Hüzün, keder ve gülümseme aynı anda geçti yüzümden. Cezaevinden sonra Sinop kalesine doğru yürümeye başladık. Yolda hediyelik eşya satan mekanların önünden geçtik. Sevimli şirin bir beldesi var, yollar temiz. Sinop halkının kendi şehirlerine çok değer verdiği yarattığı mekanlarından, temizliğinden belliydi. Sinop kalesine çıktığımızda günün yorgunluğunu kaledeki bir cafede kahve içerek giderdik. Cafenin pencerelerinden, terasından tüm Sinop görünüyordu. Küçükken gördüğüm kartpostallar bu kaleden çekilmiş, ve ben şimdi aynı kareyi çekiyordum. Akliman yöresi ve Hamsilos koyuna doğru yolumuza devam ettik. Öğle yemeğimi yemek ve kendimi Karadeniz’in sularına atmak için sabırsızlanıyordum. Yemek için Sinop’a özgü bir yiyecek olan “Nokul” aldık. Sıcak sıcak yedik ve o kadar beğendik ki, ertesi gün hepimiz evimize götürmek üzere sipariş verdik. Etrafı yemyeşil ağaçlarla çevrili ve bu yüzden sürekli maviden yeşile, yeşilden maviye dönen rengiyle kocaman bir göl gibi görülen Hamsilos Koyu geçtik. Burası ince bir kanalla denize bağlı ve biz bu muhteşem görüntü içinde yüzmeye başladık. Şekliyle çok ilgimi çeken Hamsilos koyu ile ilgili sonradan bazı araştırmalar yaptım ve Türkiye’nin tek fiyordu olduğunu öğrendim. Wikipediaya göre: "Fiyord buzulların oluşturduğu vadilerin deniz suyu ile dolmasıyla oluşan dik yar ve kayalıkların arasındaki dar deniz koycuklarına verilen isimdir. Norveççe fjord kelimesinden gelir. Dar koylar, buzullar tarafından aşındırılmış ve deniz seviyesinin çok altındaki taban, deniz yüzeyinin bayağı altına kadar devam eden dik duvarlar, kara tarafında ve ortada deniz tarafına göre daha çok olan derinlik ve açık deniz ile bağlantı fiyordların tipik özellikleridir." Sinop Cezaevi, Kalesi, Denizi derken yorgun bedenimiz artık dinlenmek istiyordu. Kalacağımız pansiyona gitme zamanı gelmişti. Pansiyonumuz bahçe içinde, deniz manzaralı iki katlı odalardan oluşuyordu. Odalarımıza yerleşip akşam yemeğine kadar dinlendik. Yemek sonrası Sinop sahilinde yürüdük Ege sahil kasabalarını andırıyordu Sinop, bir yerde oturup müzik eşliğinde içip eğlendik. Sabah erken yaptığımız kahvaltı sonrası Erfelek şelalesi için hepimiz minibüse binmiştik. Tahminen 45dakikalık bir yolculuktan sonra Erfelek şelalesinin bulunduğu Tatlıca köyü sınırlarına geldik. Yirmi sekiz adet büyüklü küçüklü şelalelerin olduğunu biliyordum ama zamanımızın hepsini görmeye yetmeyeceğini de… Yürümeye başladık. Uzunca bir süre suyun sesini duysak da henüz kendisini göremiyorduk. Yürüdüğümüz yerden bir süre sonra şelaleye doğru inmeye başladık. Gördüğümüz ilk şelalede uzun uzun kaldık. Sonra şelalenin kenarından tekrar yukarıya doğru tırmanmaya başladık. Su çok soğuktu. Yaklaşık 1,5 saatlik yürüyüş sonrası, son şelaleye vardık. Bu son şelaleyle birlikte ayran ve çay içebileceğimiz çok güzel bir yere de varmış olduk. Burada başka bir grupla karşılaştık. Kısa süre dinlenceden sonra tekrar aşağıya inmek için ağaçların arasındaki bir patikadan yürümeye devam ettik. Yarım saat sonra başka bir şelalenin olağanüstü görüntüsü önündeydik. Su çok soğuk olsa da dayanamayıp şelalenin altında oluşan göle girdim. Islak ve üşümüş bir şekilde yürümeye devam ettik. Minibüsün bizi beklediği yere geldik ve hemen şelalenin karşısındaki çay içebileceğimiz güzel bir mekânda sıcak çaylarımızı içtik. Daha sonra kaldığımız pansiyona geri döndük, yolda akşam yemeği için alışveriş yaptık. Pansiyonda yemeklerimizi kendimiz yapıyorduk ve akşam için her şey hazırdı. Birkaç arkadaş yürüyerek pansiyona yakın bir sahile gittik. Akşam yemeğimiz şarkı ve türkülerle geç saate kadar sohbetle sürdü. Sabah saat 10:00 gibi yola çıktık. Artık İzmit yolundayız. Kahvaltıyı Ayancıkta yapacaktık. Sinop-Ayancık arasında yol boyunca sağımızda Karadeniz’in dalgalı coşkusu, solumuzda yeşilin her tonu eşliğinde virajlı yolu geçerek Ayancık’a vardık. Beldenin küçük meydanında bulduğumuz çay bahçesinde yanımızdaki kahvaltılıklarımızı ve eve götürmek için aldığımız Nokulların bir kısmını çıkartarak güzel bir sofra kurduk. Keyifli kahvaltı sonrası Karadeniz kıyısında ki bu beldede gezinmeye başladık. 30 Ağustos Zafer Bayramı olduğu için uzaklardan bir bayram töreni sesi geliyordu ve her yer bayrak donatılmıştı. Bu tertemiz şehre Karadeniz’in dalgaları daha bir sert vuruyordu. Sahil boyunca uzanmış rengarenk evleri ile çok huzur dolu görünüyordu Ayancık. Yolumuz ürerinde Turkeli , Çatanzeytin ve Abana’da kısa fotoğraf molaları verdik. İnebolu sahili kenarında ki çay bahçesinde çay, kahve molası sonrası öğle yemeği için Kastamonu Pınarbaşı’na geldik. Yemek ve Safranbolu’da verdiğimiz kısa moladan sonra İzmit’te inerek gezimi sonlandırdım… Nilgün ÖZDEMİR 28-29-30 Ağustos 2010
Refik Halit Karay : 12 Haziran 1913'de Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi ile başlayan ve bu suikasti takiben "İttihat ve Terakki karşıtı" olması sebebiyle İstanbul dışına sürülüyor. 1913 - 1918 yılları arasını Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik'te geçiriyor. Mustafa Suphi : İttihatçı rejimin hak düşmanı niteliğini haksız savaş yaklaşımlarını eleştiren yazıları nedeniyle Şevket Paşanın öldürülmesi bahane edilerek 1913 yılında 15 yıl mahkumiyetle Sinop'a sürülüyor. 1914 yılında bir kayıkla Rusya'ya kaçmıştır. Ahmet Bedevi Kuran : 1884 - 1966 yılları arasında yaşamıştır. 1913'de önce Bodrum'a daha sonra Sinop'a sürülmüş, buradan Sivastopol'a kaçmıştır. Refii Cevat : 1890 - 1968 yıllarında yaşamıştır. Alemdar gazetesindeki yazıları sebebiyle 1913'de Sinop'a sürülmüştür. Hüseyin Hilmi : 1910 yılında Osmanlı Sosyalist Fırkası kurucuları arasında yer alan Hüseyin Hilmi 1913'de Sinop'a daha sonra Çorum ve Bâla'ya sürülür. 1923 yılında öldürülür. Burhan Felek : Çok kısa bir süre Sinop'ta sürgün kalmıştır. Osman Cemal Kaygılı : 1913 sürgünlerindedir. Celal Zühtü Benneci : (Teyyareci Celal) Sebahattin Ali : 26 Aralık 1932 - 29 Ekim 1933 yılları arasında önce Konya sonra Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kaldı. Edip Akbayram'ın söylediği Aldırma Gönül şarkısının sözlerini burada yazmıştır. Aldırma Gönül Başın öne eğilmesinAldırma gönül, aldırmaAğladığın duyulmasın,Aldırma gönül, aldırmaDışarda deli dalgalarGelip duvarları yalar;Seni bu sesler oyalar,Aldırma gönül, aldırmaGörmesen bile denizi,Yukarıya çevir gözü:Deniz gibidir gökyüzü;Aldırma gönül, aldırmaDertlerin kalkınca şahaBir sitem yolla AllahaGörecek günler var daha;Aldırma gönül, aldırmaKurşun ata ata biterYollar gide gide biter;Ceza yata yata biter;Aldırma gönül, aldırma Kerim Korcan : 1918 doğumlu - 1938 Harp Okulu davası sonucu 10 yıl Sinop Cezaevinde kalmıştır. Osman Deniz : Talat Aydemir hareketindeki önemli isimlerden biridir. Kurmay Yarbaylık görevini sürdürürken 22 Şubat 1962 olaylarına karışması nedeniyle emekliye çıkarılır. 21 Mayıs 1963 eyleminde öncülük yaptığı gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırılır. Cezası müebbete çevrilerek 26.06.1964'te kesinleşen cezası nedeniyle Sinop'a gönderilmiş, 1974 affında çıkmıştır. Zekeriya Sertel : Gazeteci yazar 1925 yılında Resimli Ay dergisindeki yazılarından ötürü İstiklâl Mahkemesi tarafından üç yıl süreyle Sinop'a sürgün edilmiştir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar